top of page

SELÇUKLULARI ANADOLUYA GÖTÜREN YOL

  • Can GÜLEÇOĞLU
  • 15 Eki 2017
  • 6 dakikada okunur

Türkler, tarih sahnesine çıktıkları ilk günden itibaren cihana nizam verme ülküsüne kendisini adamış bir millettir. Bu ülkü uğruna ebedi başkent Ötüken şehrinden dört bir yana orduyürütülmüş ve değişik coğrafyalara hakim olunmuştur. Hakim olunan topraklarda ise ırk, dil, din ayrımı gözetilmeden adalet ile yönetim uygulanmış ve barış tesis edilmiştir.

Tarihin değişik dönemlerinde yapılan akınların en tesirlileri batıya olanlardı. Doğudan batıya akın akın ilerleyen Türk obaları Kafkaslar’dan Avrupa’ya Mısır’dan Suriye’ye muhteşem devlet teşekkülleri meydana getirdiler. Bu yazımızda bugün kan ve barut içerisinde günler geçiren Orta Doğu’da Türk varlığı hakkında konuşacağız. Özellikle Orta Doğu’da Türk varlığı bahsi geçtiğinde karşımıza sürekli “Türkmen’’ ismi çıkar. Türkmen kelimesini etimoloji kaçından incelediğimizde araştırmacıların yaptığı değişik tanımlamalarla karşı karşıya kalmaktayız. Bir kısım araştırmacılar Türkmen kelimesinin Orta Asya kökenli olduğunu ve ilk olarak Tölesler’e kullanıldığını belirtirken; kimi araştırmacılar ise Araplarla etkileşime geçen Karluk ve Oğuzlara Müslüman olmalarının ardından verildiğini öne sürerler. Kelimenin aslının Türk-i Emin olduğu ardından da Türkmen’e dönüştüğü de görüşler arasındadır. Türk tarihi İslamiyet öncesi dönemlerde oldukça karanlık olduğu için kesin bir karara varmak haliyle güçtür. Lakin araştırmacılar tarafından mutabakata varılan bir nokta vardır ki oda Türkmen adının Oğuzlarla özdeşleşmiş olmasıdır.Türkmen denildiğinde Oğuz boylarının geneli akla gelmektedir. Oğuz göçleri ve akınlarıyla Anadolu, Mezopotamya ve Avrupa‘ya kadar uzanan Türkmenlerin yanı sıra Orta Asya steplerinde kalan ve bugünkü Türkmenistan’ı oluşturan boylarda mevcuttur. Batıya göçlerinden sonra Orta Doğu, Mezopotamya bölgesindeki diğer Müslüman topluluklarla da iyi anlaşan Oğuzlar, Türkmen ismini yadırgamadan kullanmışlardır.Oğuz soyundan gelen Türkler için kullanılan Türkmen kavramı Müslüman topluluklarla etkileşime girilmesinin ardından İslamiyet’i kabul eden çoğu Türk boyu içinde kullanılmıştır. Oğuzların Anadolu ve çevresi-ne en büyük göç dalgaları Selçuklu Devletinin kuruluş dönemlerine rastlar. Daha önce Oğuz Yabgu Devleti himayesinde bulunan bir kısım Oğuz Boyları daha sonra Selçuklu hanedanını oluşturacak aile liderliğinde batıya yönelmiştir. Ha-zar ötesinden dalga dalga kopup gelen Oğuz boyları sayesinde Anadolu ve çevresinde Selçuklu Devletinin temelleri atılmıştır. Suriye ve Irak başta olmak üzere Lübnan,Filistin civarındaki Türk varlığında Selçuklu Devletinin etkisi çok büyüktür. 1016 yılında Çağrı Bey’in keşif akınları ile Anadolu ve çevresinde Türk gücü hissedilmeye başlamıştı.* Yine bu dönemde Selçuklulara bağlı olmayan Türk boylarının da bölgeye akın yaptığı göze çarpar.Özellikle Diyarbakır, Cizre civarına yapılan akınlar daha sonra bugünkü Irak’a yayılmış ve 1043’te Musul Türklerin eline geçmişti. Batıya doğru gerçekleşen bu ilerleyişin bir diğer sebebi de Türkistan bölgesinde yaşanan karışıklıklardı. Gazneli Hükümdarı Sultan Mahmud ile girişilen mücadelede yenilgiye uğrayan Oğuzlar kendilerine yeni yurt arayışlarına girişmişlerdi. Anadolu ve çevresindeki siyasi otoriteden uzak topraklara yapılan göçler işte bu arayışın neticesiydi. Burada dikkat çekici bir nokta vardır. Yıllarca Anadolu ve çevresinde sağlanan Türk hakimiyetinin Malazgirt Muharebesi sonucunda gerçekleştiği söylene gelmiştir. Fakat tarihi kaynaklardan görüldüğü üzere Malazgirt’ten çok önceki dönemlerde de bölgede Türk hakimiyeti hatırı sayılır nitelikteydi. Selçuklulardan bağımsız Türkmen kitlelerinin haricinde Abbasi Devletinin çeşitli kademelerinde görev yapan Türk yöneticiler ve komutanlar bölgede büyük bir otorite sahibiydiler. Teşkilatçılıkları, zekaları ve savaşçılıkları ile ön plana çıkan Türkler Müslümanlığı kabul ettikten sonra Halife’nin tayin ettiği çeşitli kadrolarda görev alıp büyük başarılara imza atmışlardı. Orta Doğu Türk varlığı konusunu Selçuklulardan bağımsız düşündüğümüz takdirde ise çok daha gerilere gidebiliriz. Suriye’de yaşayan Türkmenlerin Akdeniz'in doğu kıyılarına yani şuan yaşadıkları bölgeye geliş tarihlerine baktığımızda İslam Devleti olan Abbasilere kadar gideriz. Bu da yaklaşık olarak 9. Yüzyıllara denk gelir. Abbasi ordusunda yüksek rütbeli askeri görevlere kadar gelen Türkmenler kimi zaman Abbasi idaresine baş kaldırmışlar ve Mısır merkezli Tolunoğulları İhşidiler gibi devletler kurmuşlar ve Suriye topraklarına kısa süreli hakim olmuşlardır. Hakimiyet sürelerinin kısa olması ise teşkilatlı ve güçlü Türkmen kitlelerinin henüz tam olarak bölgeye intikal etmemiş olmasıdır. Selçuklu akınları ile nüfus sorunda çözülecek ve uzun süreli hakimiyet dönemi başlayacaktır.Irak Türklüğü denildiğinde aklımıza nasıl Musul, Kerkük geliyorsa Suriye Türklüğünün de iki önemli şehri Halep ve Lazkiye’dir. Selçuklu öncesi dönemden günümüze kadar bu iki şehirdeki Türk nüfusu ciddi sayılardadır. Irak sahasında ise durum Suriye’dekinden pek farklı değildir. Abbasiler döneminde bölgeye yerleşen küçük Türk boylarından sonra Irak’a en büyük göç dalgası yine Selçuklular döneminde olmuştur. Irak günümüzde olduğu gibi tarihte de dünya siyasetinde büyük bir önem teşkil etmekteydi.Bugün yer altı kaynakları ile gün-demde olan Irak tarihte ise taşıdığı jeopolitik konum itibarıyla hakimiyet mücadelelerine ev sahipliği yapmıştı.Irak doğu batı arasında bir geçiş güzergahıdır yani köprü görevi görmektedir. Afrika, Orta Asya ve Avrupa’ya uzanan yolların kesişim alanı Iraktır. Aynı zamanda Anadolu’nun güvenliği için Irak büyük önem arz etmektedir.

Tuğrul ve Çağrı Beyler döneminde Anadolu ve çevresine yapılan keşif akınlarının ardından Sultan Alp Arslan’ın Büyük Selçuklu Devleti tahtına geçmesi ile birlikte batıya olan akınlar devam etti. Türkistan bölgesinden ilerleyen Türk kitleleri Kafkaslara ulaşarak hakimiyet sahasını genişletti. Malazgirt Meydan Muharebesine kadar giden meşakkatli yolda Türk kuvvetleri Anadolu civarında büyük zaferler elde etmişti. Yönetme işine hakim olan ve teşkilatçılıkları ile tarihe adını altın harflerle yazdıran Türkler bu bölgeye hükmetme konusunda zorluk çekmedi. Yerel unsurların haricinde daha önceden bölgeye göç eden Türkmen kitleleri de Büyük Selçuklu Devletine bağlı hale getirildi.Burada Selçuklu Sultanlarının izlediği politika önemlidir. Ayrıştırıcı faaliyetlerden kaçınarak Türk Devlet geleneği doğrultusunda hükmetme gayretinde olmuşlardır. Türk boyları arasında İslamiyet’in hızlı şekilde yayılması ve Türk Devletleri tarafından geniş coğrafyalara taşınması Orta Doğu’da genişlemenin önünü açmıştır diyebiliriz.Abbasi Halifeleri değişik dönemler-de Türk hükümdarlardan yardımlar talep etmiş ve yapılan yardımlar neticesinde Onlara çeşitli hediyeler, unvanlar hatta topraklar bağışlamışlardır. Gelişen bu olaylar Türklerin İslam Dünyasında yıldızını parlatmıştı. Sultan Alp Arslan döneminde Selçuklularda Orta Doğu’da hakimiyetin tam manada sağlanması için çalışmalar yapıldığını görüyoruz. Sultan Alp Arslan’ın düşüncesi Mısır’a kadar geniş bir sahaya yayılmak Şii Fatımî Devletine son vermek, bölgeye Türk İslam hakimiyetini tesis etmekti. Bu düşünce ile harekete geçen Alp Arslan 1070 ortalarında Azerbaycan üzerinden Anadolu’ya girdi ve ilerleyişe devam etti.** Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde fetih faaliyetlerine girişen Alp Arslan kayda değer bir kuvvet ile karşılaşmadan Diyarbakır, Urfa hattında ilerlemesine devam etti. Azerbaycan üzerinden başlayan bu akında Selçuklu kuvvetleri ciddi bir direnişle karşılaşmamış kaleleri ya küçük çaplı çatışmalarla ya da antlaşma usulü ile kendi hakimiyetine almıştı. Azerbaycan, Diyarbakır, Urfa hattında ilerlemeler yapılmış fakat bu dönemde Selçuklu ordusu Anadolu içlerine ilerlememişti. Sultan Alp Arslan öncelikli hedef olarak Mısır’ı görüyor ve orayı fethetmek istiyordu. Sultan’ın yeni hedefi Halep’ti bu şehrin yöneticisine bir elçi göndermiş ve şehri teslim etmesini istemiş fakat red cevabı almıştı. 1071 Martında Sultan AlpArslan Halep üzerine yürümeye başlamış ve Fırat Nehrini geçmişti.Selçuklu Ordusunun ilerleyişinden haberdar olan Halep Emiri Mahmud güvenlik tedbirlerini arttırmıştı. Nisan 1071’de Halep şehri artık Selçuklu kuşatmasında idi. Sultan Alp Arslan karargahını Halep yakınlarına kurmuş ve şehrin fethi için taarruza hazırlanıyordu. İki ay süren kuşatmanın ardından şehrin en önemli suru delinmiş bulunuyordu.*** Yapılacak bir yıldırım harekatı ile şehrin düşürülmesi işten bile değildi fakat Sultan Alp Arslan saldırı emrini vermedi. Bu durum şaşkınlık yarattıysa da Sultan Alp Arslan’ın düşüncesi böyle bir uç kentinin silah zoruyla alınmaması yönündeydi. Sultan’ın böyle bir karar almasındaki asıl neden ise kendisi fetih hareketlerine devam ederken Bizans kuvvetlerinin güçsüz duruma düşen Halep’i işgal edebileceği düşüncesiydi. Alp Arslan Halep’in kendisine bağlı bir Emir tarafından yönetilmesini Bizans’ın işgalinden daha kârlı görüyordu.Şehrin Emiri Mahmud kuşatmanın kaldırılmasından sonra Sultan Alp Arslan’nın huzuruna gelmiş ve bağlılığını bildirmiştir. Uygulanan bu strateji ile hem Selçuklu ordusu yıpratılmamış hem de ileride kadim bir Türk şehri olacak olan Halep’e dokunulmamıştır. Aynı zamanda Sultan Alp Arslan ülküsüne ulaşmış Halep’i kendisine bağlamıştır.Yazımızda bahsettiğimiz üzere o dönemde Selçukluların asıl hedefi Mısır topraklarını ele geçirmek ve Fatımî idaresine son vermekti. Kuşatmanın bitmesi ile Halep yakınlarında kurulmuş olan karargah toplanmıştı ve Selçuklu Ordusu Mısır üzerine yürümeye hazırlanıyordu.Seferin henüz başında Bizans İmparatoru’nun elçileri yoldaki Selçuklu kuvvetlerine yetişmişler ve Sultan’a İmparatorun sözlerini iletmişlerdir. Bu sözler Malazgirt savaşınında sebebini teşkil etmekteydi.. Suriye ve Irak’ın yanı sıra Filistin’de de Türkmenler aktif şekilde varlık göstermekteydiler. Kurluet Türkî ve Uvakoğlu Atsız yönetimindeki Türkmen kitleleri Fatımî yönetimindeki Filistin’e yerleşerek hakimiyetlerini kabul ettirmişlerdi. Kurlu Bey’in 1071’de Akka kuşatmasında vefat etmesi üzerine Uvakoğlu Atsız Bey Türkmen Beyliğinin başına geçti.**** Atsız Bey döneminde büyük başarılar sağlandı Kudüs bu dönemde Türklerin hakimiyeti altına girmişti. Uvakoğlu Atsız Bey Suriye’ye yönelmiş ve burada ciddi bir hakimiyet sağlamıştır. Sultan Alp Arslan gibi oda rotasını Mısır taraflarına çevirmiş fakat Fatımîler ile giriştiği savaşta mağlup olmuştur. Bölgedeki yaşanan faaliyetler Büyük Selçuklu Devletinin ilgisini de çekmişti. Burada görmekte olduğumuz durum, Türklerin sadece devlet olarak değil küçük gruplar halinde bile olsa Orta Doğu’da hakimiyet sahasını genişletme çabasıdır. Adım adım Orta Doğu Türklerin eline geçmekteydi. Fakat ortada merkezi otoriteye dair bir durum yoktu. Haliyle bu durum Büyük Selçuklu Devleti'nin ilgisini bölgeye yöneltti. Devletin başında artık Sultan Melikşah vardı. Melikşah kardeşi Tutuş’u Suriye ve Filistin Melikliğine atadı. Bu durumu haber alan Atsız durumdan her ne kadar rahatsız olsa da Sultan Melikşah’a bağlılığını bildirmiş ve bölgeye gelen Tutuş’u karşılamış ve emrindeki şehirleri ona teslim etmişti. Tutuş göreve başlamasının ardından Atsız Bey’i bir tehlike olarak görmüş ve Onu yay kirişi ile boğdurmak sureti ile öldürmüştür. Yay kirişi ile boğulmasının amacı ise Atsız Bey’inde Selçuklu Hanedanı'nı oluşturan Oğuzların Kınık boyuna mensup olması idi. Suriye ve Filistin Melikliğinin Tutuş’un eline geçmesi ile Büyük Selçuklu iradesi bölgede gücünü daha aktif hissettirmeye başlamıştır.

Bin yıl önce Türkler ile kendisini bulan gelişen, dönemin kültür ve ticaret başkenti olan şehirler bugün kan ve barutun gölgesinde, ölümün kucağında günler geçirmektedir. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra kurulan yönetimlerin hiç birisi böyleye sükunet ve barış getirememiş, oluşan kaos ortamını bir türlü giderememiştir. Bin yıl önce Türk mührü vurulan o topraklar bugün Türkiye’den uzakta bir var oluş mücadelesi vermektedir. Bu topraklar üzerinde yaşayan Türkmenlerin sayısı milyonlarla ifade edilmekle birlikte aramıza çizilmiş olan sınırlar sadece siyasileri bağlar, bizim gönül coğrafyamızda sınır yoktur. Tanrı Dağlarındaki çocuk Türkmen Dağındaki kardeşi ile Hazar kıyısında buluşup kucaklaşır. Ve bir gün mutlak hakikat olacak olan Turan’ı beklemeye koyulur… Dipnotlar * Kaşıkçı ve Yılmaz,2002, s.197 ** Roux, 2007, s.217 *** Sevim ve Merçil, 1995, s.59 **** Sevim ve Merçil, 1995, s.84


 
 
 

Comments


Tanıtılan Yazılar
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Instagram Social Icon
  • Twitter Basic Square

HARP MECMUASI
Tüm Hakları Saklıdır
 

bottom of page